İstanbul: Hayalden Gerçeğe Sözden Yazıya
İtiraf ediyorum ; taraf tutuyorum. Bana göre gelmiş geçmiş en iyilerden birisi. Bayağı şahin gözüküyor gözüme yani. Bahs’e konu işe bir yerinden bulaştığım için, evlat gibi olmasa da çok yakın arkadaşının bebeği olunca otomatik olarak teyze olanlar gibiyim. Kendi kendime sevinmeler, gelin güvey olmalar, tebrikleri kabul etmeler, kutlamalar düzenlemeler, nazar değmesin diye tahtaya vurmalar falan filan… İş bu hezeyana sebep olan ise bir kitap; İstanbul/ Hayalde Gerçeğe Sözden Yazıya. Neşe Mesutoğlu’nun Milliyet gazetesi için yaptığı röportajlardan oluşturduğu bir seçki. Pozitif yayınları vasıtası ile bizlerle…
Kitap elime ilk olarak, “Bir yayıncı gözüyle bak” diye geldiğinde, gece yatmadan önce şöyle bir göz atayım diye açıverdim sayfasını. İki saatten fazla bir süre geçtiğinde bir okur olarak daldırmış kendimi ilk bölümünü bitirmiştim bile. Hop tekrar başa döndüm, sonra böyle iki ileri bir geri “yayıncı gözüyle” kitabı bir şevkle bitirdim. Bu kent üzerine okumak, kendisini “İstanbullu” olarak gören herkesin boynunun borcudur. Bu şehre olan borcudur. Sıradan bir şehir değil ki burası, üzerine binlerce yıldır konuşulan, uğruna savaşlar yapılan, entrikalar düzenlenen, aşkına düşülerek hayatlar mahvedilen, şiirlere, şarkılara, filmlere konu yapılan, can alan can verilen, dünyanın neresine gidilirse gidilsin adlarından birisinin bilindiği. Öyle böyle değil, bildiğin İmparatoriçe. Ancak seni huzuruna kabul eder, sen kendiliğinden gidemezsin ona, kapısında yıllarca bekleyebilirsin, eteklerinde sürünebilirsin, bir saçının telini görebilmek için yıllarını heba edebilirsin. Ama o seni kabul etmezse tırnağının ucunu bile göremezsin. O öyle bir imparatoriçedir ki, kıyar kullarına, itekler onları, örseler, binlerce yılın cilveleri ile seni parmağında oynatır, kıyısını gösterir bucağını saklar, kendisine hizmet edeceğin kadarını verir seni oyalar. Buna rağmen ona aşık olduğun için gururlanırsın, herkes ona aşık olacak cesareti bulamaz bilirsin, bu cesaret bile seni şövalye ilan etmeye yeter. İşte o yüzdendir ki, bu aşkı yaşadım demen için onun hakkında her şeyi öğrenmen, okuman, yazman, çizmen, oynaman kısacası deli gibi yaşaman lazımdır. Geri kalanlar bir hayale kapılıp pervane olup yananlar ile yaşadığı yerin muhteşemliğini anlayamayan gönül ve aklı gözü kapalı fanilerdir. İşte o öyle bir imparatoriçedir ki; kendisi için yapılandan değil de kendisinden bahsettirir böyle…
Dedim ya, tarafsız değilim. Bana göre, mis gibi, su gibi bir kitap. En önemlisi ve okuyanların en ilgisini çekecek olan ise, içinde çokca insan ve insan hikayeleri barındırması. Bu aşka düşenlerin hikayesi, aşıkların gözünden İstanbul, onun eteklerinde hakkıyla yaşamaya çalışanların hikayesi. Her birisini tanımakla beraber, bu yaşam uğraşının onlarda bıraktığı anılar ve izlerin ışığında yeniden selamlaşmak bambaşka kapılar açıyor aklınızda. Ben mesela hayatımda Ahmet Ümit okumuş değildim, gidip bütün kitaplarını aldım. Çünkü, sıcacık geldi, bizden birisi geldi, onunla beraber gittim karısının doğumuna okurken. Muazzez İlmiye Çığ bilim adamı kimliğinden sıyrılıverdi, devlet memuru kimliği ve kadın kimliği ile de karşıma çıktı. Ara Güler’den çekindim, Komet kafamı karıştırdı. Kimisi mesafeli kimisi sıcacık, kimisi aşkından beklediğini bulamadığı için buruk, kimisi alacağını aldığını düşünerek memnun, kimisi daha çok alacağı olduğunu düşünerek hırslı, kimisi alacağının değil vereceğinin derdinde. İstanbul’dan nemalanıp burayı sevmeyen de var, elinde nesi var nesi yok kaybettiği halde sevgisinden bir damla bile ödün vermeyende. 1940’larda var, 1960’larda, 2011 de var, 1911 de, hatta çağlar ötesinden seslenişlerde. Herkes İstanbul üzerinden kendi hikayesini anlatıyor.
Çok etkilendiğim, İstanbul’a ve yapılan işlere bambaşka bakmamı sağlayan görüşlerde oldu. Ahmet Ümit’in “İstanbul’u Savunma Derneği” fikri mesela, Mihail Vasiliadis’in halalarının 5-6 eylül olaylarında yaşadıkları. Hepsinin anılarında yer verdiği ya da gittiklerini söyledikleri kitapçıları, restaurantları ve sevdikleri semtleri de not aldım. Kendime bir kitap seyahat listesi çıkardım yani. Daha fazlasını da anlatırım ama biraz kıskançlıktan, biraz da herkes kendi listesini çıkarsın, çokça da kitap daha fazla merak uyandırıp satsın diye burada kesiyorum. Son olarak ise, Neşe Mesutoğlu’nun ise taraflı tarafsızlığını ve bunu kitabına yansıtışını çok sevdiğimi belirtmek istiyorum. Onun tarafı belli “ İstanbul”. Tarafsızlığı ise, yaşananlara ve anlatılanlara karşı. Her ne oldu ise, İstanbul, aşık ve hikayeci arasında kalıyor!
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!