Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi veyahut Nerede O Eski Güzel Günler!

On yılda bir olan kitaplığımı düzenleme eylemlerimden sonuncusunda karşılaştım onunla. Sararmış ama kıvrılmamış yaprakları, üzerinde bir kırışıklık ve bir çizik bile olmayan kapağı ve de hala kitabın içinde duran 2004 tarihli fişi ile hiç okunmamış olduğunu belli ediyordu. Unutmuşum onu yığınlar arasında. O zamanın parası ile 1.250.000 Tl’ye almışım. Neden aldığım ise gayet net. Adına vurulmuşum besbelli.  “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi”. Kapaktaki fotoğrafta tam bunu ifade ediyor; mutlu bir çekirdek aile. Kitabın yazarının ailesi. Ziya Osman Saba’nın 1916’da daha 6 yaşında iken anne ve babası ile çektirilmiş fotoğrafı. Ailesine kol kanat germenin, sorumluluklarını yerine getirmenin huzur içinde güçlü ve gülümseyen bir yüz ifadesi ile erkek; vefakar bir eş, iyi bir anne olmanın gururu ile kadın; anne ve babasının arasında denizci kıyafeti ile masum ve keyifli oğlan. Başka ne ister ki insan hayatta.

Edebiyatla haşır neşir olanlar, yahut lise de edebiyat derslerine biraz kulak vermiş olanlar Ziya Osman Saba’yı şair olarak hatırlayacaklardır. Yedi Meşaleciler akımı kurucularından. Şiirlerinin genel olarak melankolik bir havası vardır. Bu öykü kitabı da öyle, ama tüm melankoli perdesinin önünde günlük yaşama dair inanılmaz bir gerçeklikte sizi sarsıyor. Öyküleri okurken yazarın hayatının bölümlerine de eşlik ediyorsunuz. Özellikle genelev ziyaretlerini anlattığı, “O Sokak” ve evliliğinin ilk yıllarını anlattığı, “O mahalle” hikayeleri.

“Şimdi orada olsaydım bu saatte Köprü’ye çıkmış bulunurdum. O, sabah sabah, yeni traş olmuş, çayımı yeni içmiş, henüz acı bir söz işitmemiş, kem bir yüz görmemiş, bütün ümitlerim taze, bir kelime ile sevinç içinde Köprüden geçişim yirmidört saatimin en güzel dakikalarındandı.”s.35

Kitap aslında iki ayrı öykü kitabının toplanması ile oluşmuş. Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi ve Değişen İstanbul. Öykülerin hepsinde Saba’nın hayatı ile birlikte 1950’lerin İstanbul’unu da detayları ile görme şansını yakalıyoruz. O dönemin İstanbul’u mahalle kültürü, aile ilişkileri, sosyal yaşamı, ekonomik değişimleri, iş yaşamı, coğrafi özellikleri ile biraz oradan biraz buradan baş gösteriyor.

“O zaman hiçbir cama, “kiralık” levhasının asılmadığı, mesut olmak isteyenlerin, bütün kapıları yüzüne kapamış bulduğu, evlenmek isteyenlerin, karyolalarını kurmak üzere gidebilecekleri bir dama altına rastlamak için çırpındıkları bir zaman, öyle bir zamandı o zaman. Ne olursa olsun, bir yer, kesemize uygun bir barınak bulmak için bütün gün dolaşırdık.” s.112 

Bunları son derece lezzetli bir Türkçe ile aktardığını da eklemeliyim. Neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bir dil ve anlatım zenginliği hakim kitaba. Yazarın saf ve nahif usulü ise çoktan kaybolmuş bir şeyleri hatırınıza getirir gibi oluyor. Sırf bu tadı bir daha damağımda hissetmek için, “Bıraktığım İstanbul” isimli hikayeyi döne döne okuyorum.

“İstanbul’u son defa Beyazıt’taki Marmara Gazinosu’nun taraçasından veda edecek, İstanbul’u son defa oradan gözlerimle kucaklayabilecekmişim!… Taraçadan bütün Marmara göz alabildiğine uzanıyor; sağ tarafta Çekmece düzlükleri, batan günün sisleri arasında nihayet fark edilmez oluyor, solda Adalar, Kınalı’nın burnu, durgun lodos akşamlarının gözlere oynadığı o oyunla adeta biraz daha kalkmış gibi duruyor, berisinde Fenerbahçe denizin üstünde bir balkon gibi çıkıyordu.”s.32

Eski İstanbul, eski insanlar, insanların çok büyük ve çok önemli olmadığı zamanlara dair hikayeler okumak ve ruhunuzu temize çekmek istiyorsanız, “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi” birebir.

 

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.